13 Mart 2017 Pazartesi

REKLAM ARASI VERDIK USTAD

Geçen gün sevdiğim bir iş arkadaşım bloğumu okuduğunu ve yazdıklarımi beğendiğini ve takip ettiğini yazdı.
Hatta mümkünse yazmaya yeniden geri dönmem gerektiğini söyledi.
Tabi bana bi cesaret,bi mutluluk yardirdim gidiyorum.

1.5 seneye yakindir yokmusum buralarda.
Son tarihi kontrol ettigimde universite 4.sinifin baslariymis.

Cok seyler degisti dostlar hayatimda cok.

Ben degistim.Hayatim degisti.
Fikirlerim degisti. Bakis acim degisti.

Yazdiklarima da yansiyacak illa ki...

Her neyse.
Geldigimi haber vermek icin actim bu post u da.

Oylesine yani.

Ne de olsa gunumuzde eline kalemi,klavyeyi alan ya yazar oluyor ya blogger.

Neyimiz eksik canim??

Degil mi ama 😘

16 Kasım 2015 Pazartesi

HOŞ MU GELDİM BOŞ MU GELDİM?

AAA gün ışımış...
Her sabah evde yaşanan harala gürele hayattan nasibini almış biri olarak biraz depresif biraz umutvari kalktım yatağımdan.Tek gözüm kapalı çikolatalı mısır gevreğimi yeyip doymamış olarak Bursa'nın üşütmekle ısıtmak arası ikilemdeki havasında tuttum okul yollarını...
Metro'da genelde günün aylaklarının fink attığı saatler.Benim gibi sınav piyangosu öğle vaktine vurmuş öğrenciler,kısır gününe yetişmeye çalışan kokana teyzeler,gözleri dalıp gitmiş mahzun amcalar..Demeyi çok isterdim ama gözüm sadece ders notlarını gördüğü için bu denli ayrıntılı gözlem yapamadım o ne yazık ki :/

Kampüsüne vardım..Sanırsınız iklim değişti..Soğuk...Puslu.Zaten yan arazide özgürce dolaşan geyikler ve yaban domuzları size nasıl bir ortama geldiğinize dair kısa ve öz bir açıklama yapıyor...

Kütüphaneye girmeye tenezzül bile etmedim.Dona üşüye bahçenin içindeki banka oturmadım yumuştum...Son bir konsantrasyon umuduyla notları okumaya çalıştım.Çalışmadım aslında okudum ve geçtim.

Kapı önünde sıradan sınav öncesi geleneksel esprilerimizi yapıp celladımıza doğru yol aldık...Sonraki 45 dk anlatılmaz yaşanır,o yüzden o kısmı pas geçiyorum.

Sınav çıkışı 'geçmedi,geçirdi' esprileri,umutsuz bakışlar,koyvermişliğin mutluluğu ile yine ayaküstü espriler ve herkes bir sonraki sınava çalışmak için (!) evlerine dağılıyor...

Bende naçizane hayatınızda görüp görebileceğiniz en pis koltukları olan yeşil otobüslerin 48 numarasında binbir itiş kakışla sahip olduğum tekli koltuğuna kuruluyorum...

Kulağım Bay Biber'in Sorry'si.Duygu durumumla tamamen zıt.Amaaaaağn boşverin insan oğlu zaten zıtlık teması içinde yaşayıp gitmiyor mu şu  3 günlük rezervasyonumuzun olduğu yerde?

Başımı cama yaslıyorum...Sanmayın duygusal moda girdiğimi...Kafamın camdan kaç kez sektiğini sayıyorum.

Koskoca şehir merkezine sırf dün geceden kafama taktığım dergiyi almak için gittiğime inanamayabilirsiniz ama bu böyle yani.Gittim.Vardır böyle gereksiz çalışkanlıklarım benim.Harika! Buldum dergiyi...

Yemek yemem lazım...Mısır gevreği işkembeden tüyeli saatler olmuş.Malum saksının temel gıdası glikozu vermek lazım.Zaten bugünkü sınav sonrasında kendinden hayati  fonksiyonlarımı sürdürmenin haricinde ekstra bir performans beklememem gerektiğini anlasam da olsun.Onsuz olmuyor.
Öğrenci adamsınız bütçenizin kaldıracağı yer bulmak zor yiyecek çok yer var da.

Şimdi dergim var cebimde.Kahvesiz olmaz.Aşağıya caddenin sol tarafından ineyim şimdi sağ taraf sıkıcı oluyo.Sol tarafta ucuz giyim mağazalarına bakmak...Ne bileyim mutlu ediyo beni ya... 
Acısından bi kahveyi alıyor ve rahatsız koltuğuma kuruluyorum.Açıyorum dergimi.Derginin yanına kahveyi koyup İnstagram'a yüklemiyorum.Çünkü internet paketim bitmiş.Beni sıtarbakscı Pelinsulardan ayırd eden en önemli nokta bu.Ha birde fotoğraf çekmek için okumuyorum zaten ben.

Dergi keyifli..Tek tük düşünce yapımla zıt yazılara kelimelere denk gelsem de olsun.Bana hakaret etmediği sürece saygı duymak gerek.Engin Akyürek'in yazısı hafif sesli güldürüyor ne yalan söyleyeyim :) 
Sonra bir diğer köşe yazarı sinemada kurgu ve rejiden bahsededursun bende şu anda yazdığım yazının kurgusunu yapıyorum kafamda...Düşünün o derece yakınım sinema kavramına :)

Elimde soğumuş kahve bardağı kitapçıya girip şöyle bir bakınıyorum.Kitapçıdan ziyade boyama kitapçısına dönmüş vitrinler.Herşey de olduğu gibi bununda b*kunu çıkarmışız.Önüne gelen yetenekliyim diye çizmiş anam çizmiş.Ortaya merak etmekten ziyade kapağına baktırttıp geçiren şeyler çıkmış ortaya..Keza romanlarda öyle.'Bugün oku yarın unut'tadında kitaplar...Sadece birkaç seçme yazarın kaleminden çıkan efsaneleri bana okuyacak zaman vermeyen vizelere küfrederek ayrılıyorum buk stor'dan.

İnternet paketim bitmiş demiştim ya he işte yükleme yapıyorum boğazıma yumru otururcasına.Yükleme olur olmaz *123# yi arayıp kalana bakıyorum.Pardon bakamıyorum çünkü kalmamış hiçbir şey.

Metroda çok pahalı zaten.Nasıl olsa girdim günaha ilk söverken buna da söveyim dedim.Ne de olsa Recep başkan sallamıyor bizleri...

Metroya kendinden önce göbeği binen amcaya muhteşem ötesi dahiliye bilgilerim(!) ışığında muhtemel karaciğer yağlanması teşhisi koyarak bugünkü sınavdaki hezimetimi unutmaya çalışıp kendimi avutuyorum.Daha mesleğe başlamadan tükenmiş bir hemşirelik öğrencisinin son çırpınışları bunlar.

Metrodan inerken 20 krş'umu geri alarak Recep Başgan'dan intikam alıyorum...

Sokağa giriyorum.Smokin tüylü kedi...Gözlerim pörtlüyor istemsizce.Mıncık mıncık etme isteğimi ve hayallerimi bayan pati ağaca tırmanarak bir dahaki sefere ertelettiriyor...

Camda bekleyen komşu.Kendimi bildim bileli o evde oturur.En son kaç ay önce gördüğümü hatırlamıyorum.Umursamıyorum da.

-selamun aleykum?
-Aleykum selam.
-başhemşire mi olcan şimdi yavrum sen?
-oldum bile teyzecim.
-aaa ne zaman hiç duymadık?
Rüyamda ya..Haydi Allah'a emanet...

Kulağımda hala Bay Biber...kabul yukarda eleştirdim ama bişilerin b*kunu çıkarma huyu bende de var... neyse 

Merdivenlerden yukarı çıktım anahtarı çevirdim....
Kapıyı açtım...
ev..
ıyyyyyy...
duvarlar......
ve odam....
HOŞ MU GELDİM? BOŞ MU GELDİM? YOKSA HİÇ Mİ GELMESEYDİM?

Şimdi REKLAMLAR....

16 Ağustos 2015 Pazar

KRONİKSTAJER'İN SİVAS GÜNLÜĞÜ

Uzun bir aradan sonra yeni bir gezi yazısı ile merhaba :)
Yaz tatilinin gelmesi ve Ramazan ayının çıkması ile birlikte ben ve diğer 2 yakın arkadaşım kendi çapımızda bir gezi düzenlemeye karar verdik :)
İstikametimiz Sivas'tı.:) Canımız,dostumuz Sevde Nur'a verdiğimiz sözü hazır fırsat bulmuş iken yerine getirelim dedik :)

Hazırlıklar 1 hafta öncesinden başladı :) Pek isteyerek almamış olsak da bir otobüs firmasından 3 kişilik yerlerimizi ayırttık.2 Ağustos pazar günü saat 12.01'de Bursa'dan hareket ettik.Her şey iyi güzel klimalı otobüste sıcak havada Eskişehir-Ankara yolu üzerinden yola devam ederken muhteşem sağlam(!) arabamızın motor kayışı koptu ve yolda kaldık :/. Yaklaşık 1 saatlik bir bekleyişten sonra araç hiç mola vermeden Ankara'ya kadar yola devam ettik.AŞTİ'de kısa bir yolcu alma faslında muhteşem şalvar ve terlik kombinasyonum ile arkadaşım ile fırına koşmamız ve AŞTİ'deki yolcuların bize bakması ilk rezillik ayağıydı olayın :) 
Sivas'a bizim gibi dandik araçlarla gitmezseni ve gereksiz duraklamalar yapmazsanız ortalam 12 saatte varabilirsiniz.Ama bizim yolculuk arıza ve terminallerde yolcu alma sebebiyle 15 saate çıktı ne yazık ki.Yozgat'ta sonra 'oh be vardık sayılır' demekle çok büyük bir hata yapmışım meğer.Çünkü Yozgat-Sivas arasındaki yol bana Bursa'dan çıktıktan sonra teptiğimiz tüm o yollardan daha uzun geldi emin olun.Otobüslerde uyuyamadığım için uzun mesafe yolculukları benim için ister istemez bir işkenceye dönüşüyor.Ama sonucu iyi olacak diyerek katlandık :) 
Gece saat 02.40 civarları Sivas buuuuuz (evet buz) gibi gecesine kazasız belasız ayak bastık.Bursa gibi geceleri bile nemden nefes alamadığınız bir memleketten gelince Sivas gecesi bizi doğal olarak üşüttü. Nem Bursa'ya kıyasla sıfır. :)
Terminal'de Sevde Nur (yani benim gogumam :) anlamını sormayın aramızda özel :)) ve dedesi karşıladı bizi.Gecenin o saatinde bizi aldığınız için ayrıca teşekkür ederiz <3 
 Ertesi sabah şahsım adına konuşursam kısmen uykumu almış hafif yol sersemi iken başladık Sivas'ı turlamaya ilk durak: SİVAS ÇİFTE MİNARE VE MEDRESESİ 
Selçuklu'ya has bir mimari yapısı olan Çifte Minare ve Medresesi'nde minareler tuğla ve turkuaz rengi taşlardan giriş yapısı ise taş oyma sanatından.(elbette ki bu yorumumu amatörce ve gördüğüm şekilde aktarıyorum,yazımı okuyan mimarlar olursa aflarına sığınıyorum bu alanın profesyoneli değilim :))

  

Medresenin içinde bir büyük kafe,büyük bir sus havuzu ve dört bir yanı hediyelik eşya dükkanları ile çevrili.Hazır bu kısma gelmişken Sivas'taki hediyelik eşya alışverişi ve piyasasından bahsetmek istiyorum.Sivas bilindiği üzre gümüş,bakır madeni işlemeciliğinin ve çıkarılmasının bol olduğu bir şehir.Bu bolluk bahsi geçen iki madenin takı ve aksesuarda bolca yer almasına sebep olmuş.Bu medresenin içinde envai çeşit gümüş,bakır işlemeli takı ve hediyelik eşya bulabilirsiniz.Ve fiyatlar gerçekten çok UCUZ.Yani en azından Bursalı olan bizlere göre cidden ucuzdu.Hatta yarı fiyatına bile diyebiliri.Aksesuar ve özellikle yüzük seven biri olarak bende kendime bir adet gümüş yüzük,Sivas işlemeli magnet,abime büyük bir Sivas simgeli isimlik ve yine Sivas işlemeli tükenmez kalem aldım ve hediyelik eşya işini böylelikle halletmiş oldum :D 
Çifte Minareli Medrese'den sonra Buruciye Medresesi'nde oturup biraz nefeslenelim dedik.Ha bu arada Sivas cidden çok esiyor,esmiyor şikayetinde bulunan dostlara Sivas'ı şiddetle tavsiye ediyorum :)



 
 
Şuraya da bir BURUCİYE medresesi anısı koyalım.Giyiniş tarzım Sivas halkı ve esnafı tarafından biraz tuhaf karşılandı :) Bangır bangır 'ben turistim!' diyen bir kılıktaydım çünkü :)




Sivas'taki üçüncü günümüzü evde serin bir şekilde geçirmeyi planlamışken arkadaşımızın dedesi bizleri Sivas'ı yukarıdan göreceğimiz Kardeşler Tepesi'ne götürdü.
 
amatör çekimime laf yok lütfen :)

 Kardeşler tepesinden sonra Sivas'ta bulunan bir kaç evliyayı ziyaret etmek için biraz daha aşağılara indik :) 2.günün sonunda akşam evde Goguma'mın hepili börtdey partisini yaptıktan sonra güne noktayı koyduk :D
3.gün sabah Sevde Nur'un anneannesine kahvaltıya davetliydik :) Hayatımda denk geldiğim en neşeli,konuşkan,hoş sohbet ihtiyarlar :) Kıskandım Sevde Nur :) <3 :P
Kahvaltıdan sonra Paşabahçe denen mesire alanına pikniğe gittik.Sapsarı,çorak arazinin ortasında yemyeşil bir piknik alanı olması en çok ilgimi çeken şeydi :) Sivas halkı denize hasret olduğu için büyük küçük herkes mesire alanındaki şelalede kendini ıslatıyordu :) Özellikle çocuklar ördek havuzunda alabildiğine oynayangiller :)




 
Sivastaki 4.günümüz bir kaç arkadaşla buluşup tanışma ve akşam mangal keyfi ile geçti.
5.ve son günümüzde Sivas'ın camiileri kalmıştı geriye.Sivas'ın camiilerinden sadece eminim bir çoğumuzun bildiği üzere Sivas Ulucamii'ydi.Sivas Ulucamii'yi gördüğümde ilk olarak pek imkan veremedim o camii olduğuna çünkü biz Bursalıların alıştığı ihtişamlı Bursa Ulucamii'den bambaşka bir mimariye sahip.Kitabesinde yazdığına göre duvarlar kesme taştan ve içi ise 50 adet kemerin üstüne oturtulmuş tavandan mevcut.Evet bu camiinin kubbesi yok.Nedeni sanırsam Osmanlı eseri olan diğer Ulucamii'den 200 sene evvel yapılmış olması.Yani yeniden bir Selçuklu mimarisi ile karşılaştık.Bana camiiden ziyade bir medreseyi andırdı mimarisi ile.Ama yine de içindeki huzur muhteşem.




 


Sivas'ta bulunan diğer iki büyük camii Meydan Camii (üstte),Paşa Camii (altta)
Tarihi ve turistik kısmı anlattıktan sonra biraz Sivas'a özgü yöresel yemeklerden bahsetmemk olmaz.Coğrafyası gereği Sivas mutfağı hamur ve et üzerine kurulu.Marmara'lı olduğu halde sebze sevmeyen benim için Sivas'ta bol bol et yemek işime geldi doğrusu :) 
İlk olarak Sivas köftesi:Tuzla ve çeşitli baharatlarla terbiye edilmiş incecik bir köfte.Tadı cidden yediğimiz kalın ve yoğun köfte gibi değil.Tuz ve baharatın tadını net bir şekilde alabiliyorsunuz.Yanına sumaklı soğan ve çoban salatası servis ediliyor.Ancak Sivas köftesi bildiğimiz çatal bıçak usülü değilde yanında getirilen lavaş ekmeğinin içine konarak yeniyor.Bu sebeple ufacık bir porsiyon bile sizi tamamen doyuruyor.
 
Görsel Google'den alınmıştır.

HINGEL MANTISI: Bizim bildiğimiz mantı hamurunun içine patates ya da tavuk eti konulu muska şeklinde katlanarak hazırlanıp pişirilen yemek.Kayseri mantısı gibi büzerek değil üçgen şeklinde katlanıp sıcak suda haşlanıyor,tereyağı eklenip servis ediliyor.Benden güzel bir okey almıştı bu yemek.  
 
Dal Turşusu: Şeker pancarının yeşil yapraklarının turşu yapılması ile yapılan bir tür meze,atıştırmalık diyebiliriz.Bence güzel bir tadı vardı.
Sivas Döneri:Baharatlı etin dev bir pide sarılması ile servis edilen et yemeği :) Bizim Bursa'da yaprak döner olarak bildiğimiz şeyle aynı sanırım ama tek bir farkı var: Bursa'da döner lavaşa sarılıyor :)
sizi acıktırdıysam özür :)


Yazımı sonlandırmadan önce bizi Sivas'ta ağırlayan Sevde Nur'a annesine,babasına,kardeşine,dedesi ve anneannesine çok ama çok teşekkürler.Sivas sizinle güzeldi oraları görme isteğimiz tamamiyle siz olduğunuz içindi yoksa kimseyi tanımasam Sivas'a yolum düşer miydi bilemiyorum.Hakkınızı helal edin.Bursa'da da bir kapınız olduğunu asla unutmayın.Seve seve bekliyoruz sizleri yakın zamanda buralara da.
Ve benim yol arkadaşlarım Tuğçe ve Nur'a çok ama çok teşekkürler.Birlikte yolculuk yapmak güzeldi,birbirimizin yol arkadaşı olmak güzeldi.İnşallah yine tekrarları nasip olur <3 
Bu fotoğraftaki asi girlden de bahsetmesem olmazdı.Sadece uyurken sevdirip geri kalan zamanda bana habire tıslasan da çok ama çooook sevimli bir bızdık bu :) 5 gün sabah senin mırıl mırıl konuşmalarınla uyanmak nasıl bir mutluluktu anlatamam minnak görl seni :D 
Okuduğunuz için çok teşekkürler dostlar :) Umarım sizlere faydalı olabilirim bu yazımla :) Sağlıkcakla kalın.Allah'a emanet.

29 Mayıs 2015 Cuma

İÇİMİZ SORULARDAN İBARET

Yazdım sildim...Yazdım sildim yine defalarca...
Kaç dakika parmaklarımı seyrettim hatırlamıyorum.İçimden geçen o kadar çok şeye rağmen kıpırdamıyorlar.Ne yazayım ki diyorum?Ne yazabilirim?
yazsam kim anlar?
Yazınca geçer mi diyorum ya da? Yazmak bir deva mıdır?
Bir nebze söndürür mü yüreğinizin korunu?
Yoksa daha da alevlendirir mi?


Hiç gelecekten korktuğunuz oldu mu?
Allah'ım ben gidiyorum ama nereye,nasıl gidiyorum?
Savunmasız hissettiğiniz oldu mu?
Sessiz çığlıklar attığınız ya da?
Sadece Yaradan'ın duyduğu...
Özlediniz mi mesela bir daha asla geri gelmeyecek olanı?
Okunmayacağını bile bile birine mektup yazdığınız oldu mu?
Harekete geçmeyeceği halde vicdanını azıcık uyandırmak için yalvardığınız oldu mu birine?
Bir parça merhamet ve güven duygusu için...
Kendinizi savunmak için çaresizce çırpındığınız oldu mu hiç?
Ya da tüm bu olanları taşıyamayan kalbinizin ağrısından yere çöküp kaldığınız oldu mu?
Tutunmak istediğiniz dalların çok defa kırıldığını...
Denize düşenin yılana sarıldığı misal gibi kendi içinize anılarınıza sarıldığınız sığındığınız oldu mu ya da?
Sizi en çok anılarınızın incittiğini bile bile...
Elinizdeki tek çarenin beklemek ve sabır olduğunu fark ettiğiniz bir an?
Zihninizin labirentlerinde koştuğunuz ya da hücrelerinde volta attığınız?
Ne kadar acı verse de anılarınızdan sizi ayakta tutacak bir şeyler aradığınız oldu mu?
Koşulsuz,şartsız sizi dimdik ayakta tutacak birinin yokluğunu hissettiğiniz?
Elinizde kalem, dizlerinizde kitap harıl harıl sizi anlatan satırları içercesine okuduğunuz?
İçinizde bambaşka iki karakteri bir arada yaşatmanın zorluğunu tattınız mı?
Bazen hangisinin haklı olduğunu çözmeye çalıştınız mı?
Ya da onları uzlaştırmaya çalıştığınız?
Doğru mu yaptım ki acaba diye düşündüğünüz oldu mu hiç?
Sizi güçsüz bırakacağı halde hayaller kurduğunuz oldu mu?
Birine ne kadar kızsanız da iyiliğini isteyip iyi olmasına sevindiniz mi?


Ya da en can alıcısı olan:HİÇ SEVDİĞİNİZ BİR İNSANI KAYBETME KORKUSU YAŞADINIZ MI?

üstünde durmaya yeter bence tüm bunlar bir hayatı anlamlandırmak için...Ne kadar fazla korkularımızın,hüzünlerimizin,üzülmek için haklı sebeplerimizin olduğunun farkına varmamız için belki de bu satırlar...Üzdüysem affola...Ama bir yerlerde belki de dibinizde yanınızda gülen insanlar yaşıyor bunları...Kimseyi kırmaya değmiyor bu dünyada...Hiç kimseyi...Giden yanında götürüyor yaptıklarını,kalan biriktiriyor içinde yaşadıklarını... 

                                                           ALLAH'A EMANETSİNİZ...

19 Şubat 2015 Perşembe

EĞER SEN OLSAYDIN....

Eğer sen olsaydın rutin bir akşamımızı yaşıyor olacaktık,
Sen uyuklarken ben kitap okurdum.
Kalk yerine yat 'oneey' diye bağırdığım da,
Kızacaktın bana o tatlı uykunu böldüğüm için...

Eğer sen olsaydın eve döndüğümde yemek yapacaktık,
Ben yememekte direndikçe sen kızacaktın bana..
'elinin körünü ye o zaman!' diye bağıracaktın bana.
El mahkum yiyecektim o yemeği..

Eğer sen olsaydın şu zamanda olduğu gibi,
Pencereden yağ karı izleyerek kahvaltı yapıp sohbet ederdik belki...
Tıpkı birilerinin yaptığı gibi...
Dışardan geldiğimde kardan ıslanan montumu sobanın üstüne asardın.

Eğer sen olsaydın her gece korkarak yatağa girmezdim,
'ne olacak benim halim?' diye sorduğumda,
'Geçecek her şey 'derdin bana.
Sabır telkin ederdin...

Eğer sen olsaydın beyaz üniformamı gösterirdim sana,
Hastalarımı anlatır,hayallerimi anlatırdım.
Belki bana araba kullanmayı öğretirdin.
Daha sonra o meşhur kabak tatlının asıl yapıldığını.

Belki bu zamanın modasıyla 'selfie' çekerdik  seninle,
O çok sevdiğimiz çikolatalardan alıp yürüyüşe çıkardık...
Oturur bir iskender molası verirdik,
Yürüyüşe çıktık güya...

Eğer sen olsaydın;
Mezun olduğumu görürdün belki,
Mezuniyetime gelirdin.
Kebimi giyer ve yine kocaman gülerdik.

Eğer sen olsaydın;
Oturur tasavvuf ve Allah aşkını konuşurduk,
Sen anlatırdın genelde bende dinlerdim.
Baktık çok mu kötüyüz
O özel yerimize giderdik birlikte...

Eğer sen olsaydın;
Uzar gider bu 'eğer sen olsaydın'lar be oney.Aklıma bile gelmiyor ki neler yapabileceğimiz.Düşünüyorum da meğer ne çok şey yaparmızış biz birlikte.Ama zaman kısıtlıymış.Yapabildiklerimiz olmuş.Ama yapamadıklarımızdan fazla değil.Yarım kalmış bir öykü bizimkisi.Sonu henüz yazılmamış...Sonunu Mevla yazabilir ancak.Ama bu dünyalık bu kadarmış...Bazen içim yanmıyor da değil ha.! 'ah ulan!' demekten alıkoyamıyorum kendimi.Ama ancak o iki kelimede sınırlı kalıyor işte.Götüremiyorum ilerisine....Diyorum ya hep senin gerçekten var olduğunu sana gidince,dünyada bana geriye bıraktıklarından,sesini işiten kulağımdan,sana dokunan ellerimden.gören gözlerimden en önemlisi de sana benzeyen kendimden anlıyorum.Sahi sen olsaydın ben nasıl bir genç olurdum ki? diye sormadan da edemiyorum hani.Ama bir tek şuna eminim ki EĞER SEN OLSAYDIN;
BEN BU DİZELERİ YAZMAMIŞ OLURDUM....
AMA SEN VARSIN Kİ BENDE VARIM...BİZ VARIZ!...

10 Şubat 2015 Salı

KAFAMDA BİR DÜNYA,DÜNYADA YÜREĞİM,YÜREĞİMDE SEN...

Uzun denebilecek bir tatilden sonra dönüyorum Şehrime.Sağda solda lodosun yaraları...
Lodosu meşhurdur bu şehrin.Bir vurdu mu karşısında durmak şöyle olsun direnmeye cesaret bile edemezsin.Kaptı mı önüne ne varsa götürür.Nitekim ağaçları yerinden sökmüş,vinçleri devirmiş,kimisinin son nefesinin sebebi olmuş..
Eve varıyorum.Anahtarı çevirdim.İçerisi buram buram 'huzursuzluk' kokuyor.Evden ziyade ne bileyim bomboş ve saçmalıklar dünyası gibi gözüktü gözüme.Boğazıma bir yumru oturdu.Duramadım evde kaçtım dışarı.Şehir dışardaydı evde durmanın lüzumu ne?
Lodostan miras ılık bir hava var Şehrimde.Kokusu mis.Bir Heykel'den geçiyorum bir İskender kokusu çarpıveriyor yüzüme,Pirinçhan'ı geçerken geniz yakan nargile kokusu sıyırıp geçiyor.Çevreme bakma ihtiyacı duymuyorum bile.Öylesine ezberlemişim bu şehri.Yanımdan akıp giden şekillerin,binaların neresi olduğunu,yerdeki parsel döşemelerin daha nereye kadar devam edeceğini,nerede renk değiştireceğini,İskender lokantasında kebabı kesen ustayı..Öylesine içime işlemiş bu şehir benim.Her bir zerrem O olmuş.Bende O...
İlk kez büyük Setbaşı altgeçitinde kaybolmadan karşıya geçiyorum.Hayret edilecek şey doğrusu...Halbuki adetim haline getirmiştim her seferinde orada kaybolmayı.Solumdan gelen kitap kokusuna dayanmıyorum ve atıyorum kendimi sahifelerin arasına.O klasikten bu klasiğe.Ahmet Ümitler,Poule Coelho'lar,Sarah Jio,İskender Pala...Tanıdığım tanımadığım nice yazarlar...İşte diyorum, 'Burası benim dünyam'..Satırların sonsuz hayal güçlerine dokunduğu yerler,kelime denizi...Uzunca bir süre dalıyorum gidiyorum.Divan Edebiyatı'ndan modern şiire,Cumhuriyet Dönemi edebiyatına kadar kocaman bir yelpaze...Asla anlam veremediğim aşırı fantastik romanların sayısı da hiç az değil.'Olsun' diyorum.Yeter ki insanlar okumayı sevsinler böyle böyle alışsınlardı.Beğenemiyorum bir türlü bir kitap.Ruh halime dokunan tek bir satır,kelime dahi bulamadım.Aklım 'İsim ile ateş arasında'da kalmıştı çünkü.Nazan Bekiroğlu ilk kelimede yüreğime dokunuvermişti işte.Bırakmıyordu yakamı bir türlü.Karşı koyamadım ona.Gittim aldım.Yanına son kitabı Kelime Defteri'ni de ekledim.Kahvesiz olmazdı o satırlar.Gittim aldım sımsıcacık bir sütlü kahve.Kaldırımın kenarına iliştim.Arkalarını okudum sadece.En sevdiğim tatlının tadı damağımda kalsın diye azıcık yeyip uzun süre hiç bir şey yememeye benziyordu yaptığım...Porsiyonun tamamını en sona sakladım.Çünkü Nazan hocayı okumak bunu gerektiriyor galiba...Yavaş yavaş.Hissederek.Sindirerek....
O gün öyle kapattım...Yatağımda çoğunluk huzursuzca kıvranarak..
Bugünde beyaz örtüye uyandık yine...Lodosun çok uzaklardan getirdiği bulutlar teker teker bırakıyordu bu saflığım timsallerini.Yeryüzündeki tüm kötülükleri silmek istercesine ağır ağır,acele etmeden kapattı her yeri...Aldırmıyorum soğuğa ve rüzgara..Yürüyorum yine ezbere bildiğim yollardan.Ayağımın altında o bilindik karın ezilirken çıkartığı 'kırt kırt' sesi.Anlıyorum tazecik kar.Kimi yere basıyorum yumuşak suyla,çamurla karışmış o cıvık his.Yürüyüşüm düzenli bir ritim tutturuyor kendince.'kırt kırt kıtırık,şlap'...Bu sesleri ara sıra duyar gibi oluyorum zira asıl kulağım gönlümün sesinde...Nadiren kulak veririm ben gönlümün sesine.Ama dedim ki' madem en bi sevdiğim kar yağarken yürüyoruz o halde dinleyeceğim seni' dedim...Mantığım da sessizce uzaklaştı oradan. Baş başa kaldık biz gönlümle.O anlattı ben dinledim.Ben anlattım o dinledi.Böyle böyle derken baktım ki istasyona gelmişiz,kardan adam olmuşum o arada da .Silktim üstümü başımı başımı çevirip şöyle bir baktım geride kalan ayak izlerime..Genelde sürüyerek gitmişim ayaklarımı...Ayakkabılardan mı yoksa yüreğimin ağırlığından mı bilemedim.Onları orada başka bir gönül daha üstünden geçsin diye öylece bırakıverdim...
İstasyona girdim.Ellerimi kısa bir an çıkardım cebimden,otomata atmak için bozukluk aradım bu soğuk havaya bir çikolata iyi gider diye...Kahretmesin!Bozukluğum yoktu her zaman ki gibi.Boşverdim zaten oldum olası nefret etmiştim madeni paralardan...Metro geldi,diğer insanlarla kısa bir köşe kapmaca...Hop en bi sevdiğim cam kenarına kuruluverdim.Açtım Orhan Pamuk'un Kafamda Bir Tuhaflık'ını.Bugüne kadar başlığı bana bu derece uyan kitaba rastlamadım ben.Açtım sayfayı...Günlük gibi bir tarih atılmış.30 Mart 1994...Yani ben doğmadan 6 gün önce...Gerçek yaşanmış olan bu hikayenin satırlarına dalmadan önce arka sahifede gözüme bir cümle takılmıştı.

Aşkta niyetler mi yoksa kısmetler mi önemlidir? diye bir soru vardı.'İkisi' de dedim ben..'Niyetlerin yönlendirdiği irade kısmen de olsa kısmete etki eder' dedim ...'Öyle mi?' dedi bana o satırlar.'Evet' kelimesi istemsizce döküldü ağzımdan...'oku o halde' dedi...Okuyorum ve son nefesime kadar da okuyacağım...
Peki ya siz? Bu soruya cevabınız ne olurdu? 

24 Ocak 2015 Cumartesi

BİRAZ RÜZGAR BİRAZ DA ŞEHİR....

Bulunduğum şehre has galiba.
Çokça düşünür oldum yeniden,
Bol bol okur oldum.
Ama gözyaşlarım akmıyor bu sefer,
Öyle, sadece düşünüyorum...

Rüzgarı daha fazla hisseder oldum.
Kokusu daha bir başka gelir oldu,
Sanki bana bir şeyler hatırlatmak ister gibi.
Nereden geliyor bu rüzgar diye düşünüyorum,
Çözmeye çalışıyorum.

Ne kokuyor bu diyorum?
Biraz çaresizlik biraz umut biraz da hüzün,
Kalp kırıklığı zaten mayası...
Şöyle bir savuruyor beni,
Bu aciz akıl yine rüzgarın yönüne akıyor...

Bir yanık ses anımsatıyor yine herşeyi bana
Belki de olmayan herşeyi...
Fırtınadan kaçar gibi kaçıyorum o sesten.
Dün kalabalık mı kalabalık bir caddede denk geldim o sese,
Soğuk havada terledim,
Kaçmaya çalıştım...

Ama neye yarar ki kaçmam?
Bu zihin bu anılar bendeyken...
Kaçmak bir çözüm değil hiç bir zaman.
Olmamıştı zaten...

Kaçışların en saçmasıdır zaten kendinden olan kaçış.
Tek çıkışlı labirent gibidir.
İstediğin kadar dön dolaş varacağın yer yine aynı kapı.
Açmak istiyorum o kapıyı ama...
Kilitli...
Kırmayı denedim olmadı.
Saatli bomba gibi,
Süresi dolunca açılacakmış gibi...


(yarım olsun bu satırlarım.Ben  zaten kendimi tamamlayamamışım satırlarım hep böyle kalacak galiba) 
Kusuruma bakmayın devamı gelmedi.Zorlayamadım.Gerçi hoş yazdıklarım da bir şeye benzemiyor ama....